Dünyanın gündeminde bu hafta

Uluslararası basında en çok dikkat çeken haber başlıklarını okuyucularımız için tek bir haberde derledik.

DÜNYA 31.07.2025, 15:21
Dünyanın gündeminde bu hafta

Dünyanın gündeminde bu hafta

Küresel gündem yeniden hareketlendi…

Bu hafta farklı coğrafyalarda öne çıkan bazı kritik başlıkları, uluslararası basının dikkat çeken analizleriyle birlikte sizin için derledik.

ABD

TRUMP'IN GÜMRÜK TARİFELERİ İÇİN SON TARİH YAKLAŞTI

ABD Başkanı Donald Trump’ın 2025 başında ilan ettiği “Liberation Day” (Kurtuluş Günü) ile başlatılan yeni ticaret politikası, 1 Ağustos itibarıyla kritik bir dönemece giriyor. Trump, ticaret fazlası veren ülkelere yüksek oranlı “karşılıklı” tarifeler getireceğini duyurmuş; dost ve rakip ayrımı gözetmeden tüm ülkeleri ya ABD ile anlaşma yapmaya ya da ağır gümrük vergileriyle karşı karşıya kalmaya zorlamıştı.

Ancak geçen 120 günde Washington sadece 8 ülkeyle resmi ticaret anlaşması imzalayabildi.

ANLAŞMA YAPAN ÜLKELER

İngiltere, ABD ile anlaşan ilk ülke oldu. Mayıs ayında yapılan anlaşmaya göre, İngiltere ürünlerine yüzde 10 baz tarife uygulanacak ancak otomotiv ve havacılık gibi stratejik sektörlerde muafiyetler ve kota esnekliği sağlandı.

Ancak çelik ve alüminyum ürünleri gibi kritik kalemlerde ABD’nin ne kadar taviz vereceği belirsiz. Ayrıca İngiltere’nin dijital hizmetler vergisi de Trump yönetiminin baskısıyla masada kalmaya devam ediyor.

Vietnam, 2 Temmuz’da imzaladığı anlaşmayla tarifesini yüzde 46’dan yüzde 20’ye çekmeyi kabul etti. Ancak “transshipment” olarak adlandırılan, Çin mallarının Vietnam üzerinden gönderilmesi hâlinde yüzde 40 ek tarife uygulanacağı duyuruldu. 

Endonezya ile 15 Temmuz’da yapılan anlaşmada ise tarifeler yüzde 32’den yüzde 19’a düşürüldü. Ayrıca ABD ürünleri için yüzde 99 oranında gümrük engelinin kaldırılacağı, özellikle tarım ve enerji sektörlerinde ABD’nin pazara girişinin kolaylaştırılacağı açıklandı.

22 Temmuz’da Filipinler ile yapılan anlaşmada tarife indirimi sadece yüzde1 oldu (yüzde 20 → yüzde 19). Ancak Trump, Filipinler’in “tamamen serbest ticaret” anlayışıyla hareket ettiğini söyledi ve savunma iş birliğini öne çıkardı. 

Japonya ise 23 Temmuz’da anlaşmaya vardı. Otomotiv sektöründe özel indirim sağlandı. Tarifeler yüzde 25’ten yüzde 15’e indirildi. Ayrıca Japonya’nın ABD’ye 550 milyar dolarlık yatırım yapacağı ve karın yüzde 90’ının ABD’ye kalacağı açıklandı. 

27 üyeli Avrupa Birliği, son dakikada yüzde 30’luk tehdidi yüzde 15’e çekerek anlaşmayı imzaladı. Otomotiv tarifeleri yüzde 15’e indirildi, uçak ve jenerik ilaç gibi alanlarda eski oranlara dönüldü. Ancak Fransa Başbakanı François Bayrou, bunu “boyun eğme” olarak yorumladı. 

Anlaşmaya son katılan ülke Güney Kore oldu. 25 Temmuz’da varılan anlaşma ile yüzde 15 oranında genel tarife kabul edildi. Otomotivde de aynı oran uygulanacak. Buna karşılık Seul, ABD’de 350 milyar dolarlık yatırım fonu kuracak. Trump’a göre bu yatırımın kontrolü tamamen ABD’ye ait olacak, kârın yüzde 90’ı Amerikan halkına kalacak. 

ANLAŞMA YAPILMAYAN ÜLKELER

Hindistan: Trump, 30 Temmuz’da Hindistan’a yüzde 25 tarife getirdiğini duyurdu. Ayrıca Rusya’dan alınan savunma ürünleri nedeniyle ek yaptırım uygulanacağını söyledi. 

Kanada: Tarife oranı yüzde 35’e yükseltildi. Trump, Kanada’dan gelen ilaçları ve bu ülkenin ticaretteki pozisyonunu gerekçe gösterdi. Kanada Başbakanı Mark Carney, görüşmelerin “yoğun aşamada” olduğunu söyledi.

Meksika: Göç ve uyuşturucu trafiği gerekçesiyle yüzde 30 tarife uygulanacak. Trump, misilleme halinde bu oranın artacağını söyledi. Meksika ilerleme sağlanamadığını kabul etti.

Avustralya: Şimdilik yüzde 10 baz tarifede kaldı ancak Trump’ın oranı yüzde 15’e çıkarma ihtimali var. ABD Ticaret Temsilciliği, Avustralya’nın Amerikan sığır ithalatındaki sınırlamaları gevşetmesini Trump’ın başarısı olarak sundu.

Çin: Henüz anlaşma yok. Şu an karşılıklı tarifeler yüzde 30’a kadar çekilmiş olsa da 12 Ağustos’ta sona erecek mevcut ateşkes sonrası gerginlik yeniden yükselebilir. Stockholm’deki son görüşmelerden sonuç çıkmadı.

Türkiye: Anlaşma sağlanamayan ülkeler arasında yer alan Türkiye’ye de 1 Ağustos’tan itibaren yüzde 10 baz tarife uygulanacağı bildirildi. Görüşmelerin sürdüğü belirtiliyor.

Trump’ın “önce Amerika” anlayışıyla şekillenen bu yeni tarife sistemi, küresel tedarik zincirlerini baskı altına alırken, birçok ülkenin ABD ile ticaretini yeniden yapılandırmasına neden oluyor. Yüksek oranlı tarifeler, yatırım şartları ve siyasi taleplerle birlikte ABD’nin ekonomik ilişkileri açık pazarlıklara indirgenmiş durumda. 1 Ağustos’tan itibaren yeni bir küresel ticaret dönemi başlayacak.

EPSTEIN DAVASI GÜNDEMDEN DÜŞMÜYOR

ABD medyasının odaklandığı bir diğer haber ise sapık milyarder Jeffrey Epstein adına açılan kız çocuklardan cinsel ticaret ağı kurma davası...

Davanın kamuoyunda ve medyada bu kadar ses getirmesinin sebebi ise, güncel  başkan Donald Trump ve ülkenin birçok ünlü isminin de bu davanın şüpheli listesinde bulunuyor olması.

Ölümüyle kapanmayan ve yıllardır Amerikan kamuoyunu meşgul eden çocuk istismarı ve insan kaçakçılığı davası, ABD Senatosu'nda yeni bir gerilim başlığına dönüştü.

Dosyaların kamuoyuna açıklanmaması nedeniyle artan siyasi baskılar, bu kez ulusal güvenlik gerekçesiyle gündeme taşındı.

"TRUMP ŞANTAJA UĞRAYABİLİR"

ABD’de yıllardır süren Epstein skandalına ilişkin belgelerin gizli tutulması, hem kamuoyunda hem Kongre’de ciddi tepkilere neden olurken Senato’daki Demokratlar, dosyaların açığa çıkarılması için yeni bir hamle yaptı.

Senato Azınlık Lideri Chuck Schumer, dosyalarda yer alan bilgilerin yabancı devletlerin eline geçmesi hâlinde ABD ulusal güvenliği için ciddi bir tehdit oluşturabileceğini belirtti. Schumer, “Bu belgeler Çin, Rusya ya da Kuzey Kore gibi düşman aktörlerin eline geçerse, Trump ya da üst düzey devlet yetkilileri bu bilgilerle şantaja uğrayabilir.”dedi.

Schumer, Federal Soruşturma Bürosu'na (FBI) çağrıda bulunarak Epstein belgelerine yönelik acil bir "karşı istihbarat tehdit değerlendirmesi" yapılmasını istedi. Demokrat liderin çıkışı, dosyaların sadece adli değil, aynı zamanda siyasi ve diplomatik sonuçları olan çok katmanlı bir meseleye dönüştüğünü bir kez daha ortaya koydu.

BEŞLİ KURAL DEVREYE SOKULDU

Bununla yetinmeyen Demokrat senatörler, bu kez nadiren kullanılan bir yasal yetkiyi devreye soktu: “Beşli kural.”

1928’de kabul edilen federal yasaya göre, Senato İç Güvenlik ve Devlet İşleri Komitesi üyelerinden herhangi beşi, yürütme organından kendi yetki alanlarına giren herhangi bir konuda bilgi talep edebiliyor. Chuck Schumer öncülüğünde yedi Demokrat senatör, Adalet Bakanı Pam Bondi’ye gönderdikleri mektupta, FBI ve DOJ’un elindeki tüm Epstein belgelerinin 15 Ağustos’a kadar komiteye iletilmesini talep etti.

Ancak bu yasanın uygulanabilirliği tartışmalı. Demokratlar yasal olarak bu hakkı kullanıyor olsa da, Trump yönetiminin buna yanıt verip vermeyeceği belirsiz. Yürütmenin belge sunmaması durumunda başvurulabilecek bir yaptırım mekanizması yok. Konu yargıya taşınsa bile “Beşli Kural” bugüne kadar ciddi bir yasal testten geçmediği için sonuçları öngörülemiyor.

Adalet Bakanlığı ise son aylarda 100 sayfadan fazla belge yayınladı, bu belgeler arasında Epstein’in uçuş kayıtları, ilişki ağı ve bazı kanıt listeleri yer alıyor. Ancak kamuoyunun merakla beklediği “müşteri listesi” ya da Trump ile ilişkilere dair detaylı bilgiler hala gizli tutuluyor.

Daha önce Trump’ın Epstein’e yazdığı “müstehcen doğum günü notu” ve ikilinin 1990’larda sık sık aynı sosyal etkinliklerde görülmesi dikkat çekmişti. Trump ise Epstein ile 2004’te bir emlak kavgasından sonra aralarının bozulduğunu, 2019’da “15 yıldır görüşmediğini” açıklamıştı.

Epstein’in 2019’daki ölümü ise hala bir komplo konusu olmaya devam ediyor. Trump, o dönem Clinton ailesini suçlayan teorilere destek vermiş, ancak Trump yönetimi içindeki FBI ve Adalet Bakanlığı, Epstein’in intihar ettiğini ve suikast iddialarının temelsiz olduğunu duyurmuştu.

Demokratlar, özellikle Epstein dosyasının Trump’la bağlantılı bölümlerinin kasıtlı olarak gizlendiğini savunurken, Trump destekçileri dosyaların bir “siyasi kurgu” olduğunu ve davanın “sıkıcı” hâle geldiğini öne sürüyor. Cumhuriyetçilerin çoğu, dosyaların sınırlı biçimde ve mağdurların güvenliği gözetilerek yayımlanmasından yana.

İNGİLTERE

İNGİLTERE'DE ZOR GÜNLER KAPIDA

İngiltere’de yeni İşçi Partisi hükümetinin bu sonbaharda yapmayı planladığı vergi artışları, ülke ekonomisi ve hane halklarının cephesinde şimdiden endişe yaratıyor.

Özellikle perakende sektörü, zaten yüksek maliyetler ve daralan kar marjlarıyla boğuşurken, yeni vergi yüklerinin fiyatlara yansımasının kaçınılmaz olduğunu belirtiyor.

Zaten artan yaşam maliyetleri nedeniyle zorlanan İngiliz halkı, önümüzdeki aylarda temel tüketim maddelerinde daha yüksek fiyatlarla karşılaşmaya hazırlanıyor. 

Çünkü hükümet, önümüzdeki aylarda oluşturulacak bütçede vergi artışlarına gitmeyi planlıyor.

Ancak ülkenin en büyük perakendecileri, artan vergilerin fiyatların daha da yükselmesine yol açacağını ve bu durumun hane halkı gelirlerini zorlayacağını belirtti.

GIDA ENFLASYONUNUN DAHA DA ARTMASI BEKLENİYOR

British Retail Consortium (BRC) tarafından yapılan anket, finans direktörlerinin üçte ikisinin önümüzdeki yıl içinde fiyat artışlarının devam edeceği görüşünde olduğunu gösteriyor. Zaten geçtiğimiz aylarda, Iceland, Poundland ve New Look gibi büyük mağaza zincirleri mağaza kapatma ve işçi çıkarma kararları aldı.

BRC Genel Müdürü Helen Dickinson, “Perakende sektörü, geçen bütçede 7 milyar sterlinlik yeni maliyet ve vergi yüküyle ağır darbe aldı. Perakendeciler müşterilerini korumaya çalışsa da, artan maliyetler ve daralan kar marjları nedeniyle fiyatları artırmak zorunda kaldılar.” dedi.

İngiltere’de resmi verilere göre, Haziran ayında enflasyon yüzde 3,6’ya yükseldi, gıda fiyatlarındaki artış ise yüzde 4 olarak ölçüldü.

BRC’nin kendi tahminlerine göre, yıl sonunda gıda enflasyonu yüzde 6’ya çıkacak.

Vergi yükünün artmasıyla birlikte, işverenlerin Ulusal Sigorta katkılarının 25 milyar sterlin artması ve ulusal asgari ücrette yüzde 6,7’lik yükseliş, perakende sektöründe işçi çıkarma ve işe alım durdurma kararlarını artırdı. Ankete katılan perakendecilerin yüzde 42’si işe alımları dondururken, yüzde 38’i işçi sayısını azalttı.

ÜLKE GENELİNDE HER ŞEYİN FİYATI ARTACAK

BRC anketine göre, perakende sektöründe çalışan finans direktörlerinin yüzde 88’i “vergi ve düzenleyici yüklerin” en büyük endişeleri olduğunu söylüyor. Bu oran, Ocak ayında yüzde62 idi.

Yeni bütçede gelir eşiğinin dondurulması gibi yöntemlerle vergi artışı gündemde. Ancak sektör temsilcileri, bu yaklaşımın fiyatları daha da yükselterek enflasyonu körükleyeceği uyarısını yapıyor.

Helen Dickinson, “Vergi artışlarının enflasyonun ateşini körükleyip körüklememesi, hükümetin kararına bağlı. Biz perakendenin ve dolayısıyla yerel ekonominin yanında olmasını bekliyoruz.”diye ekledi.

Özetle, İngiltere’de yeni vergi yükleri ve yükselen maliyetler, mağaza kapanmaları ve fiyat artışlarıyla doğrudan halkın cebini zorlayacak ve ekonomik sıkıntıları derinleştirecek. Kısa vadede ülke genelinde tüm ürünlerin fiyatlarının artması beklenirken, herkes için “zor günler” kapıda.

FRANSA

FRANSA ABD VE AB GÜMRÜK ANLAŞMASINA ODAKLANDI

Fransa’nın en önemli gündem maddesi, Avrupa Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri arasında uzun süredir devam eden ticaret krizinde yeni bir döneme girilmesi oldu.

ABD, Avrupa’dan ithal edilen ürünlere yönelik gümrük vergilerini yüzde 15 olarak resmen belirledi.

Bu gelişme, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından sert bir şekilde eleştirildi ve Paris’in bu karara karşı tavrını değiştirmeyeceği açıklandı.

"ÖZGÜR OLMAK İÇİN, KORKULAN OLMAK GEREKİR"

Macron, Çarşamba günü yaptığı açıklamada, “Özgür olmak için korkulmak gerekir. Biz yeterince korkutucu olmadık” diyerek, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile ABD Başkanı Donald Trump arasında İskoçya Turnberry’de varılan ticaret anlaşmasını eleştirdi.

Fransız lider, yüzde 15’lik gümrük vergisinin Avrupa için kabul edilemez olduğunu vurgulayarak, “Bu hikaye burada bitmeyecek, mücadelemizi sürdüreceğiz” ifadelerini kullandı.

Anlaşmaya göre, ABD’nin Avrupa ürünlerine uygulayacağı yüzde 15’lik gümrük vergisi, Londra’nın ABD ile yaptığı yüzde 10’luk anlaşmadan daha ağır bir yük anlamına geliyor. Macron ve bazı diğer Avrupa liderleri bu oranın haksız olduğunu belirtirken, özellikle Fransa’nın tarım ve sanayi sektörleri bu durumdan olumsuz etkilenebilir.

Fransa Ekonomi Bakanı Éric Lombard ise konuyla ilgili olarak, ABD’nin Fransa ihracatındaki payının yüzde 8 olduğunu, dolayısıyla verginin etkisinin sınırlı kalacağını ve bazı sektörlerin, özellikle havacılık sektörünün vergiden muaf tutulduğunu açıkladı. Ayrıca, ABD ile görüşmelerin devam ettiğini ve yeni muafiyetlerin gündemde olduğunu belirtti. Bu açıklamalar, Fransız hükümetinin hem kararlı hem de pragmatik bir tutum benimsediğini gösteriyor.

"VON DER LEYEN GÖREVDEN ALINMALI"

Ancak, bu anlaşmaya yönelik sert eleştiriler de var. Avrupa Parlamentosu’nda aşırı sağcı Rassemblement National (RN) partisinden milletvekili André Rougé, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’i Avrupa çıkarlarını satmakla suçladı. Rougé, bu anlaşmanın Avrupa’nın ABD’ye karşı tam bir teslimiyeti simgelediğini ve von der Leyen’in görevden alınması gerektiğini savundu. Ona göre, Avrupa’nın birliği zayıflıyor ve ABD karşısındaki pozisyonu zayıf kalıyor.

Anlaşma kapsamındaki yüksek gümrük vergileri, özellikle Fransa’nın güçlü olduğu tarım, çelik ve alüminyum sektörlerinde büyük endişe yaratıyor. Ayrıca, anlaşmada enerji ithalatı ve yatırımlar konusunda da tek taraflı tavizlerin verildiği, Avrupa’nın çıkarlarının korunmadığı eleştiriliyor. Bu durum, Avrupa’nın iklim hedeflerine zarar verirken ekonomik yeniden yapılanmasını da olumsuz etkiliyor.

Avrupa Birliği içinde, bu gelişmeler20le birlikte ABD karşısında nasıl bir ticaret politikası izleneceği konusunda ciddi tartışmalar başladı. Macron’un “Yeni muafiyetler için müzakere edeceğiz” açıklaması, AB’nin gelecekte daha bağımsız ve sert bir duruş sergileyip sergilemeyeceğine dair soruları gündeme taşıdı.

VON DER LEYEN İÇİN GENSORU ÖNERİSİ

Bununla birlikte, bu anlaşmanın ardından Avrupa Parlamentosu’nda AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’e karşı gensoru önerisi gündeme geldi. Eleştirmenler, von der Leyen’in ABD karşısında Avrupa çıkarlarını yeterince koruyamadığını ve anlaşmanın Avrupa’nın çıkarlarına zarar verdiğini savunuyor. Gensoru önerisi, Avrupa kurumlarında ciddi bir siyasi krize işaret ediyor ve bu süreçte Komisyon Başkanı’nın görevden alınması talebiyle müzakereler devam ediyor.

Sonuç olarak, Fransa’nın ABD ile olan ticari ilişkilerindeki bu yeni gelişme, sadece ekonomik değil siyasi açıdan da büyük önem taşıyor. Avrupa’nın küresel güç dengelerindeki konumu yeniden sorgulanırken, bu süreç Fransa ve AB’nin hem iç politikalarını hem de uluslararası ilişkilerini doğrudan etkileyecek.

KUR'AN YAKAN SALDIRGANA HAPİS CEZASI

Fransa’da İslam karşıtı nefret suçlarında ciddi artış yaşanırken, Lyon yakınlarındaki Villeurbanne’de bir cami önünde Kur’an-ı Kerim’in yakılması olayı ülke gündeminde tepki topladı.

Villeurbanne kentinde Haziran ayında 27 yaşındaki bir şahıs, sabah namazından kısa süre önce camideki Kur’an’ı alarak dışarıda ateşe verdi. Bir tanık yangını fark edip söndürdü ve durumu cami yetkililerine bildirdi. Yetkililer polise şikayette bulundu, güvenlik kameralarından elde edilen görüntülerle zanlı kısa sürede yakalandı.

Uzun süredir paranoid şizofreni hastalığı ile mücadele eden sanık, “İslamofobik olmadığını”, eyleminin hastalığı nedeniyle gerçekleştiğini savundu. Mahkeme, “ırk, etnik köken, millet veya din nedeniyle yapılan zarar verme” suçundan sanığı yargıladı.

HASTALIĞI, EYLEMİ İÇİN CEZA ALMASININ ÖNÜNE GEÇEMEDİ

Savcı, sanığın toplumda benzer eylemleri tekrarlama riskinin yüksek olduğunu belirterek 15 ay hapis talep etti. Mahkeme, bu talebi kısmen dikkate alarak sanığı 1 yıl hapis cezasına çarptırdı ve ayrıca Villeurbanne’de 2 yıl süreyle bu şehre giriş yasağı getirdi.

Bu dava, Fransa’da son aylarda artan antimuslim nefret suçları bağlamında büyük önem taşıyor. İçişleri Bakanlığı verilerine göre, 2025 yılının ilk üç ayında İslam karşıtı saldırılar yüzde 72 artış gösterdi ve 79 vaka kayıtlara geçti.

Olay, bölgedeki dini ve siyasi temsilciler tarafından açıkça “İslamofobik saldırı” olarak tanımlandı. Errahma Derneği ve Rhône Camiler Konseyi avukatı Sefen Guezguez, verilen cezanın toplumun adalet beklentisini karşıladığını belirtti.

ALMANYA

ALMAN OTOMOTİV SEKTÖRÜ ALARMDA

Küresel ticaret dinamiklerinde ABD ile Avrupa Birliği arasındaki gerginlikler ve Çin pazarındaki daralma, Almanya’nın önde gelen otomotiv şirketleri üzerinde önemli mali baskılar yaratmaya devam ediyor.

Özellikle ABD’nin uyguladığı yüksek tarifeler ve Çin’de düşen talep, Volkswagen, Mercedes ve Audi gibi büyük oyuncuların ardından BMW’nin de kârlarında ciddi düşüşlere yol açtı.

BMW'NİN KARI ÜÇTE BİR DÜŞTÜ

Münih merkezli BMW, 2025’in ikinci çeyreğinde kârını yaklaşık üçte bir oranında kaydederek 2,6 milyar euroya geriletti.

Şirketin geliri ise yüzde 8,2 düşüşle 34 milyar euro seviyesine indi. Ancak CEO Oliver Zipse, tüm bu olumsuzluklara rağmen 2025 yılı için belirlenen hedeflerde değişiklik yapmadıklarını açıkladı.

BMW’nin finans direktörü Walter Mertl, ABD’deki üretim tesislerinin ve Mini markasının güçlü performansının şirketi ayakta tuttuğunu belirtirken, ABD’nin araç ithalatına uyguladığı yüksek vergilerin kar marjlarında 1,25 puanlık bir daralmaya neden olacağını belirtti. Ayrıca Çin’den Avrupa’ya ithal edilen elektrikli Mini modellerine uygulanan yüzde 31’lik gümrük vergisi, ek bir mali yük oluşturuyor.

MERCEDES BENZ'İN KÂRININ YARISI BUHAR OLDU

BMW, diğer Alman rakiplerine kıyasla daha az zarar görse de, Volkswagen ve Mercedes gibi devlerin 2025’in ilk yarısında kârlarında ciddi düşüşler yaşaması, sektörün genel zorluklarını gözler önüne seriyor. Volkswagen ve Audi, kârlarını yüzde 30’un üzerinde kaybederken, Mercedes-Benz’in zararı yüzde 50’nin üzerine çıktı.

BMW, ABD ve Çin kaynaklı sorunlara rağmen istihdamda kesintiye gitmeyi planlamıyor. Şirket, maliyetleri azaltmak için Ar-Ge harcamalarını düşürürken, yatırım harcamalarında da yüzde 20’lik bir azalma gerçekleştirdi. Ayrıca hisse geri alımlarıyla piyasa değerini desteklemeye devam ediyor.

CEO Zipse, önümüzdeki yıllarda 40’tan fazla yeni ve güncellenmiş modelin piyasaya sürüleceğini belirterek, özellikle elektrikli araç üretiminde önemli atılımlar yapacaklarını vurguladı. Eylül ayında tanıtılması planlanan “Yeni Sınıf” modeliyle BMW, rekabet gücünü artırmayı hedefliyor.

Özetle, ABD-AB arasındaki ticari gerginlikler ve Çin’deki pazar zorlukları Alman otomotiv devlerini önemli ölçüde etkiliyor. BMW, bu dalgalanmalara rağmen sağlam iş modeli ve stratejik yatırımları sayesinde toparlanma sinyalleri veriyor.

ALMANYA'DA BELEDİYELER İFLASIN EŞİĞİNDE

Almanya’da ekonomik tablo alarm veriyor.

Ülke hem iç ekonomik darboğazla hem de dış ticaretteki zorluklarla boğuşurken, yerel yönetimler iflasın eşiğine geldi.

Bertelsmann Vakfı’nın yayımladığı son “Komünal Finans Raporu”, Almanya’daki belediyelerin, 2025 yılı itibarıyla 30 milyar euroyu aşan bütçe açıklarıyla karşı karşıya olduğunu ortaya koydu. Bu çöküşün ardında hem küresel gelişmeler hem de Berlin’in iç politikadaki tercihlerinin biriktiği yapısal bir kriz var.

Belediyelerde derinleşen mali açıklar, yüksek personel giderleri ve sosyal yardım harcamaları nedeniyle kontrolden çıkarken, aynı dönemde ekonomik durgunluk vergi gelirlerini neredeyse sabit bıraktı.

BELEDİYELER TEMEL GÖREVLERİ DAHİ YERİNE GETİREMİYOR

Rapora göre yalnızca 2024’te bütçe açığı 24,8 milyar euroya ulaşırken, 2025 sonunda bu rakamın 30 milyarı geçeceği tahmin ediliyor. Bertelsmann uzmanları, “artık geçici bir kriz değil, yapısal bir mali iflas sürecine girildiği” uyarısında bulundu.

Altyapı yatırımları donduruldu, sosyal hizmetler kısıtlanıyor, bazı belediyeler temel görevlerini yerine getiremez hale geldi. Rheinland-Pfalz gibi orta halli eyaletlerden bile “altyapı çöküyor” sesleri yükseliyor. Özellikle okul, ulaşım ve dijitalleşme yatırımlarının ertelenmesi, halkın yaşam kalitesini doğrudan etkiliyor.

Bu mali çöküşe dış ticaretteki gerilimler de eklendi. Almanya’nın önde gelen otomotiv markası BMW, Çin pazarındaki daralma ve ABD’nin uyguladığı yüksek gümrük tarifeleri nedeniyle ikinci çeyrek kârında yüzde 33’lük bir düşüş yaşadı. BMW’nin kârı 2,6 milyar euroya gerilerken, şirketin toplam cirosu da yüzde 8 azalarak 34 milyar euroya düştü. Aynı dönemde Mercedes ve Volkswagen gibi diğer Alman devleri de benzer kayıplar açıkladı.

"ALMANYA SANAYİ ÜLKESİ OLMAKTAN ÇIKIYOR"

Tüm bunlar olurken Alman federal hükûmetinin sessiz kalması, özellikle yerel yöneticiler ve maliye bakanları arasında tepkiye yol açtı. Bayern Maliye Bakanı Albert Füracker, Berlin’e çağrıda bulunarak “Belediyelere doğrudan mali yardım yapılmalı, aksi halde yerel hizmetler durma noktasına gelecek.” dedi.

İş dünyası temsilcileri ve muhalefet de benzer uyarılarda bulundu. CDU milletvekili Carsten Linnemann, “Almanya sanayi ülkesi olmaktan çıkıyor. Otomotiv gibi stratejik sektörlerdeki kayıplar zincirleme etki yapacak. Belediyeler bu çöküşün ilk halkası.” yorumunu yaptı.

 SADECE EKONOMİK DEĞİL, YAPISAL BİR KRİZ DE HAKİM

Alman kamuoyunda da büyük bir endişe hâkim. Özellikle sosyal yardımlardaki gecikmeler, yerel hizmetlerdeki kısıtlamalar ve yatırım projelerinin iptali halkın günlük yaşamını doğrudan etkiliyor.

Sosyal medya üzerinden “yerel iflaslar zinciri” etiketiyle kampanyalar yürütülürken, bazı sendikalar önümüzdeki haftalarda protesto gösterileri düzenleyeceklerini açıkladı.

Almanya şu anda yalnızca ekonomik değil, yapısal bir yönetişim kriziyle de karşı karşıya. Belediyeler ayakta kalmak için borçlanıyor, ama bu borçlanma kapasitesi de sınıra dayanmış durumda. Uzmanlar federal hükûmetin merkezi bütçeden doğrudan destek sağlamaması durumunda 2026’dan itibaren bazı belediyelerde kamu hizmetlerinin fiilen durabileceğini öngörüyor.

Berlin'in bu krize nasıl müdahale edeceği, hem Almanya’nın iç ekonomik istikrarı hem de AB içinde Almanya’nın liderlik rolü açısından belirleyici olacak.

İTALYA

ROMA'YA ÖZEL STATÜ VERİLDİ

İtalya'da yıllardır süren "Roma sorunu"nda tarihi bir eşik aşıldı.

İtalya'da Meloni hükûmeti, Roma'ya anayasal düzeyde özel statü kazandıracak tarihi bir reformu Bakanlar Kurulu'ndan geçirdi.

Kabul edilen anayasa değişikliği tasarısı, başkent Roma'nın artık yalnızca sembolik bir başkent değil, yasama yetkisine ve mali özerkliğe sahip ayrıcalıklı bir idari yapı haline gelmesini öngörüyor.

Karar, yıllardır İtalya siyasetinde çözülemeyen başkent sorununa anayasal bir yanıt olarak görülüyor.

BELEDİYELER İLE AYNI STATÜDEYDİ

Bugüne dek İtalya’da Roma, başkent olmasına rağmen diğer belediyelerle aynı statüdeydi. Şehir; altyapı, ulaşım, kültürel varlıkların korunması, turizm gibi alanlarda karşı karşıya kaldığı ağır sorumluluklara karşın sınırlı yetkiyle yönetiliyor, yerel yönetim ile merkezi hükûmet arasında ciddi bir görev paylaşımı belirsizliği yaşanıyordu.

Bu durum hem şehir yönetiminde hizmetlerin aksamasına hem de siyasi açıdan Roma’nın ağırlığının anayasal yapıda karşılık bulamamasına neden oluyordu.

Meloni hükûmeti, özellikle son yıllarda artan altyapı krizi, turist yoğunluğu, çöp toplama ve toplu taşıma aksaklıklarının ardından, Roma’nın idari zayıflığının artık sürdürülemez hale geldiğini vurgulayarak kapsamlı bir anayasa değişikliği için süreci başlattı.

CUMHURİYETİN KURUCU UNSURU SAYILDI

Bugün kabul edilen tasarıyla birlikte Anayasa'nın 114. maddesi değiştirilecek ve Roma, tıpkı eyaletler ve bölgeler gibi “Cumhuriyetin kurucu unsurlarından biri” olarak tanımlanacak.

Kent, bundan böyle toplam 11 konuda doğrudan yasama yetkisine sahip olacak.

Bu alanlar arasında şehir planlama, toplu ulaşım, turizm, ticaret, kültürel ve çevresel varlıkların korunması, sosyal hizmetler, yerel polis ve kamu düzeni gibi başlıklar yer alıyor. Sağlık, eğitim ve enerji gibi stratejik alanlar ise bu yetki devrinin dışında tutuldu.

Ayrıca, yeni sistem Roma Belediyesi’ne yalnızca yasa yapma yetkisi değil, bu yetkileri fiilen kullanabilmesi için mali özerklik de tanıyor. Ancak bu mali özerklik anayasa değişikliğiyle değil, çıkacak bir çerçeve yasayla detaylandırılacak.

Bu noktada Roma Belediyesi, “sadece isimde özerklik değil, gerçek bir mali güç” talep ederek merkezi hükûmetten açık bir bütçe güvencesi istedi. Kabul edilen metinde bu talep dolaylı biçimde karşılandı. Roma’nın “özel mali ve idari koşullarla” yönetileceği ifadesi anayasaya eklendi. Uygulama detayları ise ayrı bir yasa ile belirlenecek. Sürecin en tartışmalı kısmı da bu olacak; zira yetki devri anayasal güvenceye alınsa da, bunun hayata geçebilmesi bütçeyle doğrudan ilişkili.

MUHALEFET DURUMDAN MEMNUN DEĞİL

Başbakan Giorgia Meloni, reformun ardından yayınladığı videolu mesajda, “Roma’yı Cumhuriyetin kurucu unsurlarından biri olarak tanıyoruz. Bu sadece anayasal bir değişiklik değil, Roma’nın tarihine ve yüklediği misyona nihayet kurumsal bir karşılık verilmesidir” dedi. Meloni, tasarının yalnızca sağ partilerin değil, muhalefet ve yerel yönetimlerin de katkısıyla hazırlandığını belirtti. 

Roma Belediye Başkanı Roberto Gualtieri, “Uzun yıllardır beklenen bu adım nihayet geldi. Roma artık kendi kaderini daha güçlü biçimde tayin edebilecek” derken, reformun parlamento sürecinde de ortak mutabakatla geçmesi gerektiğini vurguladı. Ancak muhalefetin tamamı sürece olumlu bakmıyor. Beş Yıldız Hareketi'nden Francesco Silvestri, reformun seçimlere sadece bir buçuk yıl kala sunulmasını eleştirerek, “Anayasa değişikliği dört ayrı oylama gerektiriyor. Bu, kısa vadede gerçek bir dönüşüm yaratmayacak. Bu haliyle Roma halkına umut satılıyor” dedi.

Reformun hayata geçebilmesi için parlamentoda dört ayrı turda onaylanması gerekiyor. Bu sürecin en erken 2026 ortasında tamamlanabileceği, dolayısıyla yeni sistemin 2027 yerel seçimlerine yetişmesi halinde uygulanabileceği belirtiliyor. Bu durumda 2027'de Roma halkı yalnızca bir belediye başkanı değil, yeni statüsüne sahip “yasama gücü bulunan bir süper belediye başkanı”seçecek. Tasarıda ayrıca, mevcut mahalle yönetimlerini oluşturan 15 municipionun da yeni rollerinin ayrı bir yasa ile tanımlanacağı belirtiliyor. Bu, Roma’da yerel yönetişimin sadece yukarıdan değil, aşağıdan da yeniden kurgulanacağı anlamına geliyor.

EMSAL TEŞKİL EDEBİLECEK BİR KARAR

Roma’daki reform süreci, sadece başkent özelinde değil, İtalya’daki bölgesel özerklik tartışmaları açısından da emsal teşkil edebilir.

Bu nedenle hem sağ hem sol çevrelerde dikkatle izleniyor. Reform, aynı zamanda Meloni hükûmetinin geçen aylarda onayladığı “başbakanlık sistemi” ve “bölgesel özerklik paketi” ile birlikte değerlendirildiğinde, İtalya'nın siyasi yapısında merkezileşmiş bir başkanlık modeli ile yerelleşmiş bir idari yapı arasında yeni bir denge kurmaya çalıştığını gösteriyor.

Roma’da alınan bu karar, hem kentin çöp toplama krizinden kent içi ulaşım sorunlarına kadar uzanan yönetimsel tıkanıklıkları aşmak için idari bir çerçeve oluştururken, hem de İtalya'da başkentin sembolik değil, fiilî bir güç merkezi haline gelmesinin önünü açıyor. Yeni anayasal statü, Roma’nın yalnızca tarihî değil, anayasal olarak da İtalya’nın merkez kenti olduğunu tescilliyor.

İSPANYA

ELEKTRİĞE REKOR ZAM GELİYOR

İspanya'da enerji gündemi bir kez daha halkın tepkisini üzerine çekerken, elektrik fiyatları temmuz sonunda rekor seviyelere yaklaştı.

Geçtiğimiz aylarda ülke genelinde yaşanan büyük çaplı elektrik kesintileri hala hafızalardaki yerini korurken, şimdi de yüksek zam oranlarıyla enerji piyasası yeniden tartışmaların odağında.

Özellikle Madrid, Sevilla ve Barselona gibi büyük şehirlerde yaz aylarının yoğun elektrik tüketimiyle birleşen zamlar, dar gelirli kesim için ciddi bir yük haline geldi.

ELEKTRİK FİYATLARINA YÜZDE 59 ZAM

Haziran ayında yaşanan ve yüz binlerce haneyi etkileyen altyapı kaynaklı kesintilerin ardından hükümetin enerji arz güvenliğine ilişkin politikaları zaten sorgulanıyordu; şimdi ise fiyat artışları yeni bir kamuoyu baskısı yaratıyor.

İspanya Elektrik Piyasası İşletmecisi OMIE tarafından açıklanan son verilere göre, toptan elektrik fiyatı bir önceki güne göre yaklaşık yüzde 59 oranında artarak megavatsaat başına 64,22 euroya yükseldi.

Bu rakam, geçen haftaya göre yüzde 39’luk bir artışa işaret ederken, son bir ayda yüzde 42 oranında düşüş gösterdiği 110,94 euro seviyesinin oldukça altında.

Temmuz ayında ise ortalama megavatsaat fiyatı 144,55 euro olarak gerçekleşti. Bu tablo, İspanya'nın enerji piyasasında dalgalı ama genel anlamda yüksek seyreden bir fiyat yapısının hakim olduğunu gösteriyor.

KIŞ AYLARINDA YENİ ZAMLAR BEKLENİYOR

İspanyol hükümeti, artan fiyatlar karşısında sessizliğini korurken, muhalefet partileri özellikle düşük gelirli aileler ve küçük işletmeler için yeni bir sübvansiyon paketi çağrısı yapıyor.

Sol partiler, PVPC (küçük tüketiciler için düzenlenen tarife) sisteminin yeniden gözden geçirilmesini isterken, bazı sağ partiler ise enerji piyasasının daha fazla serbestleştirilmesini savunuyor. Sendikalar, sabit gelirli vatandaşların bu fiyat artışlarıyla baş edemeyeceğini belirterek acil müdahale çağrısında bulunuyor.

Tüm bu gelişmeler, İspanya'nın enerji bağımlılığı, arz güvenliği ve piyasa düzenlemeleri gibi temel konularını yeniden tartışmaya açıyor. Avrupa'da enerji fiyatlarında dalgalanmaların sürdüğü bir dönemde, İspanya’nın bu kriz karşısında nasıl bir yol haritası izleyeceği merakla bekleniyor. Özellikle sonbahar ve kış aylarında elektrik tüketiminin artmasıyla birlikte, yeni zamların kapıda olabileceği uyarısı yapılıyor.

UKRAYNA

UKRAYNA'NIN DEMOKRASİ SINAVI

Ukrayna Parlamentosu’nun 30 Temmuz Salı günü aldığı bir karar, ülkenin savaş başından bu yana gördüğü en büyük sivil protestolara yol açtı.

Yasa, yolsuzlukla mücadeleden sorumlu iki ana kurumun bağımsızlığını ortadan kaldırıyor ve doğrudan siyasi denetimi mümkün kılıyor.

Başkan Vladimir Zelensky ise tepkilerin ardından geri adım attı ve yeni bir yasa tasarısı sözü verdi. Ancak bu gelişmeler, Ukrayna’da üç yılı aşkın süredir süren savaş ortamında bile demokrasiye olan inancın ne kadar kırılgan olduğunu ortaya koydu.

Söz konusu yasa, yolsuzlukla mücadele eden kurumların, özellikle de Batılı ülkelerin girişimiyle savaşın başında güçlendirilmiş denetim mekanizmalarının fiilen işlevsiz hâle gelmesine yol açacak nitelikteydi. Zelensky yönetimi bunu, Rus etkisini kırma adına attıkları bir adım olarak sunarken, hem Ukrayna içinden hem de Avrupa Birliği’nden sert tepkiler geldi.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Zelensky’i telefonla arayarak durumu sorguladığı, Brüksel’in üyelik sürecine açıkça zarar vereceği uyarısında bulunduğu bildirildi. Çünkü Ukrayna'nın AB’ye üyeliği, yargı bağımsızlığı ve yolsuzlukla mücadele gibi temel kriterlere sıkı sıkıya bağlı.

UKRAYNALILAR SOKAĞA ÇIKTI

Sokaklardaki tepki ise özellikle gençlerden geldi. Kiev ve diğer büyük şehirlerde sivil toplum kuruluşları, öğrenciler ve gönüllü gruplar “hukukun üstünlüğü” ve “şeffaf yönetim” talepleriyle sokağa çıktı.

Kiev Üniversitesi’nden siyaset bilimci Oksana Mitrofanova, ülkede gençlerin artık umutsuzluk noktasında olduğunu belirtiyor. 

Gelişmeler, siyasi alanda da yeni kırılmalara yol açtı.

DEMOKRATİK YAPI CİDDİ BİR STRES ALTINDA

Son dönemde adı sıkça alternatif lider olarak anılan eski Genelkurmay Başkanı Valeriy Zalujnıy, tekrar gündeme geldi. Zalujnıy, Herson bölgesinin geri alınmasında önemli rol oynadığı için özellikle cephedeki askerler arasında büyük bir saygınlığa sahip. Anketlerde yüzde 20’lere kadar çıkan halk desteğiyle, Zelensky’nin yüzde 46’lık oy oranına karşı ciddi bir potansiyel taşıyor.

Üstelik sadece Zalujnıy değil, eski Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko da kamuoyuna konuşma yasağı ve yurt dışı çıkış yasağıyla hedef alındı. Bu durum, muhalefet üzerindeki baskının da arttığını gösteriyor.

Tüm bu gelişmeler, Ukrayna’da savaş koşullarına rağmen ayakta tutulmaya çalışılan demokratik yapının, ciddi bir stres testinden geçtiğini gösteriyor.

Zelensky’nin geri adım atması, dış baskılara açık olduğunu gösterdiği olarak yorumlandı. Batı'nın verdiği desteğin temel koşullarından biri olan “yolsuzlukla mücadele” ilkesi ihlal edilirse, Ukrayna'da hem siyasi hem de ekonomik yardımların geleceği de tehlikeye girebilir.

Bu nedenle Ukrayna, bugün yalnızca Rusya ile değil, içeride yozlaşmaya, dışarıda güven kaybına ve halkın sabrını tüketen siyasi hamlelere karşı da mücadele vermek zorunda.

YUNANİSTAN

"İSRAİL KARŞITI EYLEMLER TÜRKİYE'NİN ÇIKARLARI İÇİN YAPILIYOR"

Yunanistan'ın gündemi, halkın İsrailli turistlere karşı düzenlediği protestolar....

Adalet Bakanı Giorgos Floridis, parlamentoda yaptığı konuşmada, limanlarda İsrailli turistleri ve gemileri hedef alan protestoları sert bir dille eleştirdi.

Floridis, bu eylemlerin “marjinal gruplar” tarafından düzenlendiğini ve Yunanistan-İsrail stratejik ittifakını zayıflatmayı amaçladığını savundu.

“Bu eylemler, Türkiye’nin çıkarlarına hizmet ediyor,” diyerek muhalefeti, özellikle sol partileri ve PASOK’u, bu protestoları dolaylı olarak desteklemekle suçladı.

"HÜKÜMET GÖREVDEN ALSIN"

Sol kanat partiler (SYRIZA, KKE) ve aşırı sağcı Niki, Floridis’in sözlerini “vatanseverliklerini sorgulayan bir itham” olarak nitelendirerek istifasını talep etti. PASOK’tan Dimitris Mantzos, “Hükümetin hâlâ var olduğunu umuyoruz ve Floridis’i görevden almasını bekliyoruz” dedi.

Ancak hükümet, Floridis’in pozisyonunu korudu.

Yorumcular, bu protestoların yalnızca İsrail hükümetine değil, genel olarak Yahudi toplumuna yönelik antisemitik bir tavır sergilediğini öne sürüyor.

Syros, Rodos ve Kalamata gibi bölgelerde düzenlenen eylemler, İsrailli turistlerin adalara girişini engellemeyi hedefledi. Kalamata’da, İsrail menşeli bir şirketin işlettiği pilot eğitim merkezinin kapatılması talebi, ulusal çıkarlara zarar verdiği gerekçesiyle eleştirildi.

Muhalefet, bu eylemlerden açıkça uzak durmadığını belirtirken, Floridis’in “ulusal savunma ve ittifaklara zarar” eleştirisi tartışmayı daha da alevlendirdi. Uzmanlar, bu gerilimin Yunanistan’ın dış politikasında, özellikle İsrail ve AB ile ilişkilerinde uzun vadeli etkiler yaratabileceğini belirtiyor.

Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için lütfen üye girişi yapınız!
5
kısa süreli hafif yoğunluklu yağmur
Günün Anketi Tümü
2025/2026 Şampiyonu Kim Olur Sizce ?
Namaz Vakti 09 Aralık 2025
İmsak 06:49
Güneş 08:21
Öğle 13:10
İkindi 15:29
Akşam 17:49
Yatsı 19:16
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 15 36
2. Trabzonspor 15 34
3. Fenerbahçe 15 33
4. Göztepe 15 26
5. Beşiktaş 15 25
6. Samsunspor 15 25
7. Gaziantep FK 15 23
8. Kocaelispor 15 19
9. Başakşehir FK 15 17
10. Alanyaspor 15 17
11. Konyaspor 15 16
12. Çaykur Rizespor 15 15
13. Antalyaspor 15 15
14. Gençlerbirliği 15 14
15. Kasımpaşa 15 14
16. Eyüpspor 15 13
17. Kayserispor 15 13
18. Fatih Karagümrük 15 8
Takımlar O P
1. Pendikspor 16 32
2. Amed SK 16 32
3. Esenler Erokspor 16 31
4. Bodrum FK 16 30
5. Çorum FK 16 28
6. Iğdır FK 16 28
7. Erzurumspor FK 16 26
8. Bandırmaspor 16 26
9. Serik Belediyespor 16 25
10. Boluspor 16 23
11. Keçiörengücü 16 21
12. Van Spor FK 16 21
13. Sivasspor 16 20
14. Sakaryaspor 16 19
15. İstanbulspor 16 18
16. Sarıyer 16 17
17. Manisa FK 16 16
18. Ümraniyespor 16 15
19. Hatayspor 16 5
20. Adana Demirspor 16 2
Takımlar O P
1. Arsenal 15 33
2. Manchester City 15 31
3. Aston Villa 15 30
4. Crystal Palace 15 26
5. Chelsea 15 25
6. Manchester United 15 25
7. Everton 15 24
8. Brighton & Hove Albion 15 23
9. Sunderland 15 23
10. Liverpool 15 23
11. Tottenham 15 22
12. Newcastle United 15 22
13. Bournemouth 15 20
14. Brentford 15 19
15. Fulham 15 17
16. Leeds United 15 15
17. Nottingham Forest 15 15
18. West Ham United 15 13
19. Burnley 15 10
20. Wolverhampton 15 2
Takımlar O P
1. Barcelona 16 40
2. Real Madrid 16 36
3. Villarreal 15 35
4. Atletico Madrid 16 31
5. Espanyol 15 27
6. Real Betis 15 24
7. Athletic Bilbao 16 23
8. Getafe 15 20
9. Elche 15 19
10. Celta Vigo 15 19
11. Deportivo Alaves 15 18
12. Rayo Vallecano 15 17
13. Sevilla 15 17
14. Real Sociedad 15 16
15. Osasuna 15 15
16. Valencia 15 15
17. Mallorca 15 14
18. Girona 15 12
19. Real Oviedo 15 10
20. Levante 15 9