Müzik insanla birlikte doğmuştur, belki de ağlamak ilk müziktir. O nedenle müzik insana en yakın, en akraba sanattır.
Müzik, bir sanat biçimi olarak varoluşun kendine kulak verdiği, zamanla dokunmuş bir ontolojik yolculuktur.Dinlediğimiz her ezgi, bir notalar dizisi olmakla birlikte, aynı zamanda duyumsayan öznenin iç dünyasına düşen yankıdır. Bir keman sesi, bir kaval sesi, içimizde saklı duran zamansız bir hıçkırığın, varlığın en saf haline dönüşen yankısıdır.
Heidegger’in “Varlık, kendini zamansallıkta açar”düşüncesi, müzikte belki de en çıplak haliyle duyulur. Çünkü müzik, bir anlamda zamanın kendisidir. Zamansız bir an olamaz müziksiz; sessizlik bile bir zamanın bağrında taşır potansiyel müziği. Dinleyen özne, müziğin içinde sadece sesleri değil, kendisini de duyar. Müzik dinlemek, “orada” olanın değil, “burada ve şimdi” olanın hakikatine açılmak demektir.
Duyumsayan Benlik ve Müzikal Deneyim
Müzik dinlerken kim oluruz? Belki artık ben değilizdir denotaların arasında çözülmüş, zamanla erimiş bir varlık formuna bürünmüşüzdür. Kimileri için bir tür katarsis, kimileri için geçmişin gölgesidir müzik. Ama özde, müzik dinlemek, “ben”in sınırlarını aşmaya yönelik metafizik bir arzudur. Kulağımız, sadece dışsal sesleri değil; içsel sessizliği de dinler.
Bir ağıt, Anadolu’nun suskun taşlarında yankılanırken, yalnızca bir ezgi değildir kulağımıza çarpan; annesini kaybetmiş bir çocuğun sessiz çığlığı, aşkına kavuşamamış bir gencin titreyen soluğudur o. Çünkü müzik, anlamı taşımaz; anlamın kendisine dönüşür. Ve bu dönüşümde biz de dönüşürüz. Dinleyen özne, pasif değildir. Her dinleyiş, bir inşa ediştir. Müzik, bizde duyulur ama biz de müziğin içinde yeniden kuruluruz.
Zamanın Estetik Kıvrımları
Müziğin ontolojik boyutu en çok zamana ilişkindir. Çünkü her nota, bir zaman kıvrımıdır. Geçer, kaybolur, ama kalır. Müziğin geçiciliği onun en büyük kalıcılığıdır. Varlığın gelip geçiciliğini, ölümlülüğünü ve sonsuzluğunu aynı anda duymak… İşte müzik, bu paradoksun en güzel yankısıdır.İnsan, müzikle kendini adeta yeniden var eder. Hem duygu dünyasını hem de yaşamını müzikle kodlar.
Bir Beethoven senfonisinde duyduğumuz şey, sadece Batı müziğinin teknik görkemi değildir. Duyduğumuz şey, insan olmanın, acı çekmenin, direnişin ve sessizlikle barışmanın notalarla ifade edilmiş biçimidir. Müzik, dilin ulaşamadığı yerlere ulaşır çünkü söz, anlamın kapısını açar ama müzik, o kapının ardında yaşayan varlığı duyurur.
Sessizlik ve Yankı: Müzikal Bir Ontoloji
Sessizlik, müziğin yokluğu değil, onun olasılığıdır. Sessizlik, tınıların başlangıcıdır. John Cage’in “4'33"” eseri, bu bağlamda müziğin ontolojik sınırlarını zorlayan bir örnektir. Dinleyicinin, çalınmayan bir müziğe kulak vererek kendi içindeki yankıyı dinlemesi… Müzik burada sadece ses değil; varoluşun kendini dinlemesidir.
Ontolojik olarak müzik, varlık ile yokluk arasındaki geçirgen bir eşiktir. Ne tam anlamıyla vardır ne de bütünüyle yoktur. Dinlenir, hissedilir ama tutulamaz. Bir ezgiyi kaydetmek mümkündür ama onu “o an”ki haliyle tekrar yaşamak imkânsızdır. Her müzik dinleyiş, biriciktir; tıpkı her varlık gibi. Müziğin her birimizde bıraktığı etki bizim içsel dünyamızla bağlantı kurar ve beynimizde özel izler bırakır. Bu izler parmak izi gibi kişiye özeldir aslında
Toplumsal ve Kültürel Kodların Ötesi
Müziğin anlamı, kültürel kodlarla şekillense de onun ontolojik derinliği evrenseldir. Bir ozanın sesi, bir dengbêjin sesi, bu coğrafyada yankılanan bir hafıza gibi gelir kulağımıza; bir ağıt, sadece geçmişi değil, kaybolmakta olan bir kültürün fısıltısıdır. Ve biz, dinledikçe kendimizi bu hafızanın bir parçası olarak kurarız. Geçen günlerde, öyle bir an yaşadık, misafir olarak gelen bir ses sanatçısının sesinde güzel bir yolculuk yaptık. Bizim kuşağın sevdiği ezgiler bizde güzel duygular bıraktı.
Müzik, bir toplumun belleğidir. Ama aynı zamanda bireyin de iç belleğidir. Dinlediğimiz bir türkü, bizi çocukluğumuza götürürken; başka bir ezgi, hiç tanımadığımız coğrafyaları içselleştirmemize olanak tanır. İşte bu noktada müzik, varoluşun hem bireysel hem de kolektif tecrübesine dokunur. Ontolojik olarak hem benliği hem de öteki’ni içerir.
Duyulmak İsteyen Varlık
Müzik dinlemek, sadece bir sanat eseriyle ilişki kurmak değil; varoluşla, zamanla, hafızayla ve sessizlikle kurulan çok katmanlı bir ilişkiye girmektir. Dinleyen özne, müzikle birlikte kendi varlığını da tınılaştırır. Her notada kendini duyar, her sessizlikte bir yankı bulur. Varlık, duyulmak ister. Müzik, bu isteğin yankısıdır. Dinleyici ise, bu yankıya kulak vererek bu amaca katkı sunar. Müziğin olmadığı bir hayat, bir dünya muhtemelen çok eksik kalırdı.
Ferman salmış